Yunanca da “yara”(https://tr.wikipedia.org/wiki/Travma), Latince de ise ‘’bedensel ve ruhsal yara’’ (http://www.etimolojiturkce.com/kelime/travma) anlamına gelen travma 19. Yüzyılın sonlarına doğru, Sadıkoğlu’na (2010) göre yarattığı etkiyle beden bütünlüğünü bozan, bireye yönelik dışardan gelen fiziksel yaralanmaları belirtmek için kullanılmıştır.
Bu kullanım şekli daha çok 19. yüzyılda kullanılmış, ancak o dönemlerde Freud bu düşünceyi Jean-Martin Charcot’yunun histeri hastası kadınlar ile yaptığı çalışmaları izleyerek Josef Breuer’la birlikte travmanın sadece fiziksel travma diye adlandırılmasından ‘’ruhsal travma’ kavramını vurgularlar (Herman, 2007).
DSM III-R’de ruhsal travma kavramı “Kişinin kendisi, ailesi ya da yakınlarının fiziksel bütünlüğüne ya da yaşamına yönelik ciddi bir tehdidin olması, evinin ya da içinde bulunduğu toplumun aniden hasar görmesi, bir başka kişinin ciddi biçimde yaralanmasına ya da ölümüne tanık olmak gibi normal insan yaşantısının dışında olan ve herkeste fark edilir düzeyde stres yaratan, şiddeti yüksek, beklenmedik olaylardır” diye tanımlanmıştır (APA, 1987).
Klok ve Streeck-Fischer (2002) ise ruhsal travmayı ‘kişinin psişik ve biyolojik başa çıkma mekanizmalarını aşırı zorlayan ve bu kişinin, yani organizmanın normalde güçsüzlüğünü telafi edebilecek başka bir kişinin desteği ile de telafi edilemeyen olay veya olaylardır’ diye tanımlarlar.
Bowlby 1969 yılında aktardığına göre insanların zihinsel yapısı başlarından geçen olaylar karşısında dünya ve kendilikle ilgili güvenlik ve incinmezlik gibi temel varsayımlar geliştirdiğini belirtmiştir.
Ruhsal travma insanın kontrol etme dürtüsü düşünüldüğünde insan eliyle oluşturulmuş travmalar, doğanın yarattığı travmalara göre daha ağır ve yıpratıcı seyreder (Herman, 2007; Harbert, 2007).
Harbert’ın 2007 yılında Travma Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik Tepkileri Anlamak kitabında ‘’insan eliyle oluşturulan felaketler, doğal felaketler, şiddet, suç ve terör eliyle oluşturulan felaketler’’ diye travmaları üçe ayırmıştır. Harbert (2007) insan eliyle oluşturulan felaketleri doğrudan insanların etki ettiği veya dolaylı olarak sebep oldukları ulaşım felaketleri, bina çökmeleri, nükleer patlamalar gibi çevre felaketleri; doğal felaketleri ise deprem, fırtına, sel orman yangını ve yanardağ patlamaları gibi doğal olaylar; üçüncü felaketler kısmını ise ev içi şiddet, tacizler, saldırı, terör, alıkonma, işkence gibi insanlık dışı eylemler olarak gösterir.
Son zamanlarda dünyada meydana gelen olaylar sonucunda özellikle Suriye, Irak gibi ülkelerde yerinden edilen insanların yaşadığı ‘zorunlu göç’ü de Harbert’in (2007) ‘’üçüncü kısım felaketler’’ olarak adlandırdığı kategoride düşünmek doğru olacaktır. Ezidiler’de yaşadıkları coğrafyadan zorla yerlerinden edildikleri için bu çalışmada zorunlu göç olgusuna yer verilecektir.
Zorunlu Göç
Son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan ve sadece olduğu bölgede veya ülkede sorun yaratmayan bazen Avrupa’yı bazen de tüm dünyayı ilgilendiren göç; insanın çevresinin zorunlu veya bazı başka nedenlerden dolayı değişmesidir veya kişinin kendisinin bulunduğu ortamı değiştirmek suretiyle terk etmesidir (Aker ve Ark., 2002; Kan, 2013; Özer, 2004).
Göç zorunlu ve isteğe bağlı olmak üzere genel olarak iki açıklama üzerinden tanımlanabilir (Kan,2013). İsteğe bağlı göç; sürekli veya geçici de olabilmekte, eğitim, iş gibi durumlarda kısa süreli ve geri dönüşü çoğu zaman olan durumlarında olabileceği söylenebilmektedir (Kan,2013; Sağlam, 2006; Tuzcu ve Bademli,2013).
Göçün devletler, bazı gruplar veya bir otoritenin dayatması ve zorlamasıyla kişilerin yaşadığı savaş ve sürgünler gibi nedenlerden bulundukları ortamı terk etmesine zorunlu göç denilmektedir (Kaygalak, 2009).
Göç olgu olarak toplumları ekonomik, politik ve kültürel birçok yönden etkilemektedir (Tuzcu ve Bademli,2013). Zorunlu göç daha çok yaşamın tehdit edildiği ve yanında barınma, yeme, içme gibi temel yaşam kaynaklarının olmamasından kaynaklanırken, isteğe bağlı göçte ise var olan koşulların daha iyileştirilmesi için kişi yaşadığı coğrafyayı terk etmektedir (Kan,2013).
Zorunlu göç hem ülkemizde hem de Türkiye’ye komşu olan ülkelerde çokta tanık olduğumuz bir durumdur. Dünyanın sürekli küreselleşmesi nedeni, silahlı çatışmalar, devletlerde yönetim değişiklikleri, açlık, yoksulluk, teknoloji gibi nedenlere bağlı olarak göç edenlerin sayısı git gide artmaktadır. 1965’te 75 milyon, 2000 yılında 150 milyon ve şuan ortalama 224 milyon kişinin göçmen olduğu düşünülmektedir (Tuzcu ve Bademli,2013).
Doksanlı yıllarda ülkemizde yaşanan çatışmalar nedeniyle yaklaşık 4000 köy boşaltılmış 2,5-3 milyon insan yerinden edilmiştir. Bu nüfus haraketliliği daha çok İstanbul gibi batı metropollere ve çeşitli şehir merkezlerine olmuştur (Aker ve Ark., 2002; Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü,2006). Bu göç sonucunda Mersin’in nüfusu 422 binden 1 milyona, Tarsus’un nüfusu 177 binden 350 bine, Adana’nın nüfusu 927 binden 2 milyona, Diyarbakır’ın nüfusu 380 binden 1 milyona, Gaziantep’in nüfusu 600 binden 1 milyona, Van’ın nüfusu 153 binden 600 bine, Hakkâri’nin nüfusu 35 binden 83 bine çıkmıştır (Türkiye İnsan Hakları Raporu 1996).
Türkiye’nin 1951 de Mültecilerin Hukuku Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne imza atmasına rağmen ülkesine sadece Avrupa’dan gelen insanları mülteci olarak algılamaktadır. Bu duruma rağmen özellikler 1980’den sonra Türkiye’nin komşu ülkelerinde meydana gelen iç savaş ve çatışmalardan dolayı birçok insan Türkiye’ye sığınmacı olarak gelmiştir. Örneğin; 1,5 milyon İranlının İran Devrimi ardından Türkiye’yi transit olarak kullanmıştır. Bunun yanında Irak’ta Saddam Hüseyin’in Halepçe’de yaptığı katliamlardan dolayı Türkiye’ye 600 bin kadar Kürt sığınmıştır (Kan,2013). Ancak son zamanlarda sığınmacı olarak gelenlerin sayısı bir hayli artmıştır. Buna özellikle Süriye’de ve Irak’ta yaşanan çatışmalar ve iç savaş neden olduğu söylenebilir. Bu sayı Aljezeera Türk haber portalının UNHCR’e dayandırdığı haberine göre Türkiye’de ki sığınmacı sayısının 4 milyon 389 bin 735’e ulaştığı belirtilmiştir (http://www.aljazeera.com.tr/haber/multeci-sayisi-45-milyona-dogru).
Aker ve ark. (2002) bu gibi büyük göç dalgalarının sadece göç edenler üzerinde değil aynı zamanda göç alan şehirlerde de ekonomik, kültürel ve alt yapı sorunlarına yol açmış olabileceklerini belirtmişlerdir.
Göç üzerine yapılan çalışmalar göstermiştir ki göç ile gelen bireyler, yerleşik olan bireylere göre daha fazla ruhsal sorun görüldüğü rastlanmıştır. Göçün travmatik etkisi başta majör depresyon olmak üzere reaktif psikoz, alkol kötüye kullanımı, madde kullanımı, psikosomatik hastalıklar gibi insanlar üzerinde geniş bir yelpazede etki etmiştir (Sır, Bayram, Özkan, 1998).
Göç edeninin psikolojik sonuçlarını etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Kişinin yaşı, gittiği ülkenin demokratik yapısı, mültecilere veya sığınmacılara bakış açısı, aynı dili konuşup konuşmadıkları, kültürlerinin bir birlerine uyup uymadığı, kişinin anavatanını tekrardan ziyaret edebiliyor olup olmaması, kişinin vatanını terk etme nedeni, ekonomik durum, kişinin normal hayatına tekrardan dönebilmesi, vb. faktörler kişinin bir sonraki yaşamında göçün kendisini psikolojik olarak ne kadar etkilediğini göstermektedir (Kan, 2013).
Sır, Bayram ve Özkan’ın 1998 yılında Diyarbakır ilçelerinin kırsal kesiminde yaşayan, çatışmalar ve güvenlik nedeniyle şehir merkezindeki afet konutlarına yerleştirilen 15 yaşın üstündeki 100 göçmen üzerine yaptıkları bir çalışmada; kontrol grubu ile göçmen grubu arasında Back Depresyon Envanteri puanlarına göre anlamlı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra SCL-90-R puanları karşılaştırıldığında göç grubunun birçok ruhsal özelliklerinin yaşadıkları durumdan etkilendiğini söylemektedir.
Aker ve Arkadaşlarının (2002) aktardığına göre Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinin 15 yaş üzeri zorunlu iç göç mağduru 52 kadın ve 65 erkek ile yapılan bir çalışmada bu kişilerin %30 oranında depresyon, %15 oranında panik bozukluk, %19 oranında da somatizasyon bozukluğu görülmüştür.
Bir başka çalışmada hem işkence hem de zorunlu göçe maruz kalmış 31 kişiyle yapılan görüşmede %70 oranında bu kişilerin dikkatlerini toplamada güçlük çektiği, kendilerini huzursuz, sinirli hissettikleri, akıllarına gelmesini istememelerine rağmen kendilerine acı veren olayları hatırladıkları bulgularına ulaşılmıştır (Aker ve Ark., 2002).
Diyarbakır merkezinde yapılan çalışmada ise, Diyarbakır merkeze göç etmiş 100 kişi ile göç etmemiş 80 kişi karşılaştırılmış ve göç edenlerin %80’ninde Travma Sonrası Stres Bozukluğu görülmüştür (Aker ve Ark., 2002).
Aker ve Ark.’nın 2002 yılında Anadolu Psikiyatri Dergisinde yayınlan zorunlu göç ile ilgili makalelerinde kontrol gruplarıyla birlikte 4 grup ile çalışılmış, bu gruplardan ilki sadece işkence görmüş kişilerin %15 oranında depresyon, %30 oranında TSSB rastlanmıştır. İkinci grup olan hem işkence görmüş hem de zorunlu göç yaşamış kişilerin %25 oranında depresyon, %35 oranında TSSB görülmüştür. Üçüncü grup olan zorunlu iç göç yaşamış kişilerde ise %28 oranında depresyon, %30 oranında TSSB, %10 oranında somatizasyon ve panikataka rastlanmıştır. Dördüncü grup olan bu olaylardan hiçbirinden etkilenmeyen kişilerde ise %5 oranında depresyon görülmüştür.
Kaynakça
Aker T, Ayata B, Özeren M, Buran B, Bay A Zorunlu iç göç: ruhsal ve toplumsal sonuçları. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002; 3:97-103.
Amerikan Psikiyatri Birliği (2005). Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR), Çev. Köroğlu E., Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Amerikan Psikiyatri Birliği (1987). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, üçüncü baskı (gözden geçirilmiş form) (DSM-III-R). Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington. Çev. Köroğlu E., Ankara, Hekimler Yayın Birliği.
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Attachment. London: Hogarth
Kan, M., (2013): İstanbulda Bulunan Sığınmacılar Üzerine Zorunlu Göçün Travmatik Etkileri: Zorunlu Koşullara Karşı Ruhsal Dayanıklılık ve Sığınmacıların ‘’Ev’’ Algıları. Maltepe Ünstütüleri,
KAYGALAK, Sevilay, Kentin Mültecileri Neoliberalizm Koşullarında Zorunlu Göç ve Kentleşme, Ankara, Dipnot Yayınları, 2009.
Kolk, B.V.D., & Streeck-Fischer A. (2002) :Gewaltbereitschaft als Traumafolge. In: Heitmeyer W. Hagan J.(Hrsg). Handbuch der Gewaltforschung.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması [TGYONA]. Ankara, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 2006.
Herbert, Claudia. Travma Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik Tepkileri Anlamak. Çev. Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur ve Uzm. Psk. Ece Cömert. İstanbul: Psikonet Yayınları, 2007.
Herman, Judith. Travma ve İyileşme: Şiddetin Sonuçları Ev İçi İstismardan Siyasi Teröre. Çev. Tamer Tosun. İstanbul: Literatür Yayınları, 2007.
ÖZER, İnan, Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Bursa, Ekin Kitabevi, 2004. Tuzcu, A. Ve Bademli, K. Göçün Psikososyal Boyutu. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2013; 6(1):56-66.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı. 1996 Türkiye İnsan Hakları Raporu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yayınları, Ankara, Eylül 1998
http://www.etimolojiturkce.com/kelime/travma)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Travma