[woocommerce_my_account]
My Account
24Ağustos
2017
PANİK ATAK ve PANİK BOZUKLUK Panik kelimesi Yunan Mitolojisinde doğa Tanrısı olan Pan’ın (Παν) adından gelmektedir. Pan Tanrısı; mitolojide perileri kovalayıp durması ve ıssız, bakir arazilerde dolaşanların karşısına birden çıkıp onları ürkütmesi ile meşhurdur. “Panik”, yol açtığı bu korku nedeniyle, Pan Tanrısı adından türemiş bir kelimedir. Panik dil kökeni olarak Fransızca ‘panique’ kelimesinden gelmektedir. Panik ‘’ birdenbire gelen güçlü korku, ansızın içi kaplayan önlenemez dehşet duygusu’’ anlamına gelmektedir. Panik atak ise; ‘’kişide ansızın kendini gösteren, belli bir duruma bağlı, kişinin fiziksel varlığını da etkileyebilen büyük korku’’ demektir. Panik, korku veya kaygı her türlü kişinin hayatlarının belirli bir döneminde mutlaka karşılaşabilecekleri veya maruz kalabilecekleri durumlardır. Bazı çalışmalara göre yaklaşık her 100 kişiden 3 kişi belirli bir dönem panik atak sorunu yaşamıştır. Peki bu panik atak nedir? Öncelikle panik atağın korkuyla olan farklarını söylemek doğru olacaktır. Örneğin bir kişinin elinde yaralayıcı bir alet olduğunu ve size doğru koşarak size zarar vereceğini gördünüz, ne yapardınız? Sanırım böyle bir durumda hemen hepimiz ne denli cesaretli olursak olalım vücudumuzda bazı değişiklikler meydana gelecektir. Bu korku karşısında yaşayacağımız; Kalp çarpıntısı Daha hızlı nefes almaya başlama Terleme Huzursuzluk hissetme Heyecanlanma Oradan kaçma isteği Böyle bir problem karşısında yapacağımız ya oradan kaçmak ya da kaçamıyorsa gelecek olan […]
2Ekim
2017
Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu Kişilik bozuklukları DSM-IV’de eksen II’de yer almaktadır. Kişilik bozuklukları genel olarak toplumun veya kültürün bekleneninden sapmalar gösteren, iç yaşantıların süreklilik arz ettiği ve buna davranışların eşlik ettiği durumdur diye tanımlanır. Bu sapmalar bilişsel, örüntü, duydulanım, kişiler arası işlevsellik ve dürtü kontörlü alanlarından en az ikisinde kendisini belli etmektedir. Genelde kişilik bozuklukları ergenlikle veya genç erişkinlikte kendisini belli etmektedir. Toplumda kişilik bozuklukları %10 dolayında görülmektedir. Kişilik bozuklukları üç küme şeklinde sınıflandırılabilir. Küme A (garip, aykırı) da Şizoid Kişilik Bozukluğu, Paranoid Kişilik Bozukluğu, Şizotipal Kişilik Bozukluğu vardır. Küme B (dramatik, emosyonel) de Antisosyal Kişilik Bozukluğu, histrionik Kişilik Bozukluğu, Narsistik Kişilik Bozukluğu ve Borderline Kişilik Bozukluğu. Küme C (sinirli, korkulu) da ise Çekingen Kişilik Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu olduğunu söyleyebiliriz. Daha detaylı alacağımız kişilik bozukluğu Borderline Kişilik bozukluğu olacaktır. Borderline Kişilik Bozukluğu toplumda %2-3 oranında görülmektedir ve psikiyatriye başvuran hastaların neredeyse %30-60 oranında Borderline Kişilik Bozukluğu oluşturmaktadır. Kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat daha fazla yaygınlık göstermektedir. Borderline kişilik bozukluğu olan hastalar nöroz ve psikoz arasındaki sınırdadır ve sıra dışı stabil olmayan afekt, mizaç, davranış, obje ilişkileri ve benlik imajı ile özellik gösterir. Borderline kişilik bozukluğu insanlar arası ilişkilerde, kimlik duygusunda ve duygulanımda tutarsızlıklar ile itkilerini […]
4Ekim
2017
Bağlanmanın Kişisel Gelişim Üzerindeki Etkisi Canlıların birçoğunun yavrusu kısa bir süre içinde kendi anne babalarıyla neredeyse aynı gelişmişliğe ve yeteneğe sahip olurlarken, insan yavrusu bu canlılar arasında hemen hemen en uzun sürede büyüyen canlı türüdür. Büyüme zamanının bu denli uzun olması ister istemez bakıma muhtaç olan ile bakımı veren kişi arasında bir bağa neden olur. Biz bu duruma bağlanma diyoruz yada bebeklikteki bağlanma diye de adlandırabiliriz. Bağlanma ihtiyaçların dışında zamanın çoğunu o kişiyle (anne veya bebeğin temel ihtiyaçlarını gideren her kimse) geçirme, korku ve benzeri durumlarda o kişiyi arama, çoğu zaman o kişinin yanında rahatlama hissi vb. durumlar gibi birçok şeyin yaşandığı tüm duygu ve davranışlara denir. Bu davranışlar ve duygular arasında özellikle anne memesi birçok kuramcıya göre önemli bir yer tutar. Örneğin Öğrenme kuramcılarına göre (Soysal ve ark.2005) bağlanma kavramı bebeğin birincil gereksinimler karşılanması ile gelen rahatlama duygusu kendisine bakan bakıcısı arasında bir bağ oluşturur ve bunu öğrenir. Bazı bağlanma kuramcıları ise anne ve bebek arasındaki bağlanmanın salt annenin bebeğe verdiği sütten veya ona verdiği bakımla ilgili olmadığını söylemektedir. Bu kuramcılardan ikisi Schrier ve Harlow’dur, Schrier ve Harlow’a göre sadece beslenmenin bağlanmayı yetersiz kılacağı yönündeydi. Schrier ve Harlow’un bu hipotezi desteklemek adına bir dizi deney yapmışlardır. 1958 yılında […]
11Ekim
2017
Psikolog Nedir? Ne İş Yapar? Terapi Nedir? Kim Terapi Yapar? Psikolog üniversitelerin Fen Edebiyat Fakültelerinin Psikoloji bölümlerinden mezun olan kişiye denir. Birçok üniversite diplomada ”psikoloji mezunu” ibaresi bıraksa da, Türkiye’de 4 yıllık psikoloji bölümünden mezun olan herkes psikolog diye adlandırılır. Bunun dışında her hangi bir üniversitenin dört yıllık bölümünden mezun olup, bunun üzerine psikolojinin bazı bölümlerinde yüksek lisans yapmış kişiler veya ücret karşılığı bazı eğitimler alıp kendisini terapist diye adlandıran kişiler psikolog sayılmaz. Psikolojide Klinik Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Gelişim Psikolojisi, Adli Psikoloji, Endüstriyel Psikoloji, Spor Psikolojisi gibi alanlarda yüksek lisans, doktora eğitimleri açılmaktadır. Klinik psikoloji yüksek lisans mezunu bir kişi artık bir psikiyatristin yönlendirmesiyle hastalarla çalışabilir. Yani klinik psikolojinin alanı tam da hastalardır. Psikolojinin diğer alt dalları adlarından da anlaşılacağı gibi daha spesifik analarla çalışırlar. Örneğin bir klinik psikolog bireysel psikoterapide travma ve yas, kişilik bozuklukları, depresyon, panik atak, fobiler, anksiyete bozuklukları, obsesif kompülsif bozukluk(okb) rahatsızlığı, vajinusmus, disporini (ağrılı cinsel birleşme), kaygı bozuklukları, yeme bozukluklarına; çocuk ve ergenlerin psikoterapisinde boşanma sürecinde çocuk, alt ıslatma, tırnak yeme, hiperaktif çocuk ve dikkat eksikliği, okula gidememe, kardeş kıskançlığı, çocuklarda görülen davranım bozukluğu, sınav kaygısı ve baş etme yolları, bağlanma problemleri, ergenlik sorunları ve anababa tutumları, çocuk eğitiminde ana-baba eğitimi ve etkili ebeveynlik; […]
27Ekim
2017
Yunanca da “yara”(https://tr.wikipedia.org/wiki/Travma), Latince de ise ‘’bedensel ve ruhsal yara’’ (http://www.etimolojiturkce.com/kelime/travma) anlamına gelen travma 19. Yüzyılın sonlarına doğru, Sadıkoğlu’na (2010) göre yarattığı etkiyle beden bütünlüğünü bozan, bireye yönelik dışardan gelen fiziksel yaralanmaları belirtmek için kullanılmıştır. Bu kullanım şekli daha çok 19. yüzyılda kullanılmış, ancak o dönemlerde Freud bu düşünceyi Jean-Martin Charcot’yunun histeri hastası kadınlar ile yaptığı çalışmaları izleyerek Josef Breuer’la birlikte travmanın sadece fiziksel travma diye adlandırılmasından ‘’ruhsal travma’ kavramını vurgularlar (Herman, 2007). DSM III-R’de ruhsal travma kavramı “Kişinin kendisi, ailesi ya da yakınlarının fiziksel bütünlüğüne ya da yaşamına yönelik ciddi bir tehdidin olması, evinin ya da içinde bulunduğu toplumun aniden hasar görmesi, bir başka kişinin ciddi biçimde yaralanmasına ya da ölümüne tanık olmak gibi normal insan yaşantısının dışında olan ve herkeste fark edilir düzeyde stres yaratan, şiddeti yüksek, beklenmedik olaylardır” diye tanımlanmıştır (APA, 1987). Klok ve Streeck-Fischer (2002) ise ruhsal travmayı ‘kişinin psişik ve biyolojik başa çıkma mekanizmalarını aşırı zorlayan ve bu kişinin, yani organizmanın normalde güçsüzlüğünü telafi edebilecek başka bir kişinin desteği ile de telafi edilemeyen olay veya olaylardır’ diye tanımlarlar. Bowlby 1969 yılında aktardığına göre insanların zihinsel yapısı başlarından geçen olaylar karşısında dünya ve kendilikle ilgili güvenlik ve incinmezlik gibi temel varsayımlar geliştirdiğini belirtmiştir. Ruhsal travma insanın […]
9Kasım
2017
Cinsel istismar; çocuğun tam olarak kavrayamadığı, gelişimsel olarak henüz hazır olmadığı, rıza gösterme ve onaylama kapasitesinde olmadığı, gelişimsel olarak hazır olmadığı yada toplumsal norm ve yasalara aykırı olacak şekilde cinsel aktiviteye zorlanması veya dahil edilmesidir (WHO, 2006). Cinsel istismarı genelde insanlar bedene organ sokma diye tanımladıkları görülmüştür. Cinsel istismar üç şekilde oluşur. Birincisi dokunma olmaksızın yapılan cinsel istismar (teşhircilik röntgencilik, çocuğa pornografik içerikli videolar izletmek, çocuğa cinsel içerikli konuşmalarda bulunmak veya ondan bunları istemek, çocuğun cinsel ilişkiye doğrudan şahit olması, çocuğa cinsel organ göstermek veya çocuğa cinsel organlarını göstermesini istemek vb), ikinci olarak dokunmanın olduğu cinsel istismar (oral genital, genital rektal, genital genital, el ile ya da bir cisimle genital temas, vücudun meme gibi bölgelerine dokunma vb.), üçüncü olarak şiddet kullanarak cinsel istismar. Cinsel istismar nasıl fark edilir hangi durumlarda bu durumdan ebeveynler veya çocuğa bakım, eğitim veren kişiler şüphelenmelidir. Cinsel istismarı düşündüren belirtiler nelerdir bunlara bir bakalım: • Cinsel içerikli konulara aşırı ilgi ya da bunlardan aşırı kaçınma • Cinsel davranışlarda artma, mastürbasyon • Uyku sorunları, kabuslar • Depresyon ya da aile/arkadaş ilişkilerinde içe kapanma • Bedeninin kirli ya da zarar gördüğü şeklindeki söylemler ya da genital organlarında bir sorun olduğu düşünceleri • Tahrik edici davranışlar • Enürezis ve […]
17Kasım
2017
Yüz yıllardır, kavimlerden milletlere, kıtalardan ülkelere, çağlardan beridir oyun her dönem var olmuş ve çocukların etkinliği olarak görülmektedir. Kültürden kültüre oyunlar değişiklik göstermiştir. Oyun terapisinin bu denli çeşitli olmasının sebebini de yine oyunun evrensel diline bağlaya bilebiliriz. Hangi dilde olursa olsun bir çocukla oyun oynayabilir, oyunu bir iletişim aracı olarak kullanabilirsiniz. Hatta oyun o denli hayatımızdadır ki, günümüzde yetişkinler bile oyun oynamadan duramazlar. Yetişkinlerin bu denli oyun oynama isteği sanırım dinamik açıdan iyileştirici, rahatlatıcı yönünden gelmektedir. Oyun neden mi bu denli iyileştiricidir; çocuk oyunun içinde günlük yaşamda üstesinden gelemediği, zorlandığı durumları oyunun içinde yeniden oynar ve kendisi için bu problemi yeniden canlandırarak ortadan kaldırmaya kendisi için silikleştirmeye, çözümlemeye çalışır. Günümüzde bir toplumun sağlıklı oluşunu çocukların ne denli oyun oynadıklarına bakarak görebilirsiniz. Oyun oynamayan çocuklar daha içine kapanık, sorunların üstesinden gelemeyen, öz güveni düşük, okul uyum problemleri geliştiren, grup dinamiğinden yoksun, paylaşımı bilmeyen, yemek yeme, alt ıslatma, dürtü kontrolü olmayan kişilikler olabileceği söylenebilir. Dinamik açıdan isterseniz ele alın ister başka bir ekolden alın durumu, bilim adamlarının ilk incelediği çocuklar olmuştur. Şuan günümüzde yetişkin psikoterapi ekolleri nedenli revaçtaysa oyun terapisi gibi çocuklara uygulanan diğer terapi ekolleri de hayli gelişkin ve uygulanabilir seviyeye gelmiştir. Bunun sebebi yetişkinlikte meydana gelen, ortaya çıkan psikopatolojilerin temelinde […]
11Ocak
2018
Son günlerde özellikle bu 3 yıldır hayatımızın merkezine yerleşen ‘’canlı bomba, bombalı araç, meydanlarda patlayan bombalar’’ yer almaya başladı, son bir buçuk yıl içerisinde 31 bombalı saldırıdan tam olarak 446 kişi kaybettik ve binlerce yarımız bulunmaktadır (https://onedio.com/haber/en-az-446-canimiz-gitti-son-bir-bucuk-yilda-turkiye-de-gerceklesen-31-teror-saldirisi-719006). Kimi zaman bu bombalar bizi dışarı çıkarmamaya, rahatça kalabalık yerlerde dolaşmamaya sevk etti. Her bomba patladığında biz evdeysek sevdiklerimiz aklımıza geldi. Meraklandık, kaygılandık, ölen insanlara üzüldük, ağladık. Peki bu denli bombaların patladığı, çatışmaların, ölümlerin, yaralanmaların olduğu bir ülke vatandaşı olarak bizler ne yapacağız. Aklımızı kaçırıp kaçırmadığımızı nasıl öğreneceğiz. Başımızdan geçen bu denli olaylara verdiğimiz tepkiler, bu kaçınmalarımız, evden dışarı çıkamamalarımız ne zamana kadar normal, ne kadar süre sonra bir uzmana başvurmamız gerekli. Öncelikle travma nedir bununla başlayalım isterseniz. Yunanca da “yara” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Travma), Latince de ise ‘’bedensel ve ruhsal yara’’(http://www.etimolojiturkce.com/kelime/travma) anlamına gelen travma, DSM III-R’de “Kişinin kendisi, ailesi ya da yakınlarının fiziksel bütünlüğüne ya da yaşamına yönelik ciddi bir tehdidin olması, evinin ya da içinde bulunduğu toplumun aniden hasar görmesi, bir başka kişinin ciddi biçimde yaralanmasına ya da ölümüne tanık olmak gibi normal insan yaşantısının dışında olan ve herkeste fark edilir düzeyde stres yaratan, şiddeti yüksek, beklenmedik olaylardır” diye tanımlanmıştır (APA, 1987). Ruhsal travmaların nedenleri neler olabilir: • Deprem-Sel-Kasırga-Tsunami • Her türlü saldırı, bomba […]
18Şubat
2018
Geçen hafta yetişkinler üzerine bombaların etkilerini ele almıştım, ancak çocukların yetişkinlere göre daha fazla etkilenme durumu olduğundan çocuklar üzerine etkisini yazmak elzem göründü. Çoğu zaman bir bomba patlamadan sonra insanlar son olduğunu düşünmekte ama ne yazık ki bir türlü son bulmamaktadır. Bu yüzden çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı, nelerle karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz bizi hazırlıklı kılacaktır ve çocuklarımızı birçok ağır travmadan kurtaracaktır. Çocukluk çağındaki travmayı çocuğun içindeki baş etme yetilerinin ve sosyal desteğinin yaşadığı travmatik olay ile mücadele etmesine yeterli olmadığı durumlarda ortaya çıkan ruhsal durum diye tanımlayabiliriz. Bu olaylar ani veya süregiden bir korkunun ve gerginliğin birikmesi sonucunda oluşabilir. Yetişkinler için yazdığım makalede travma düzeyleri ve geçiş süreçleri neredeyse çocuklar içinde aynıdır. Yine de çocuk olunmasından dolayı gelen uyarıcılar karşısında zihin, bilişsel olarak daha farklı çalıştığı için yetişkinlerin verdiği tepkilere göre de farklılıklar barındırır. Çocukların karşılaşabileceği travmatik olaylar nelerdir; • Deprem-Sel-Kasırga-Tsunami • Trafik Kazası-Yangın-İş kazası • İşkence-Cezaevi yaşantısı • Tecavüz • Ev içi şiddet • Çocuk istismarı ve ihmali • Rehin alınma • Zorunlu göçe maruz kalma • Yaşamı tehdit eden bir hastalık • Savaş-Soykırım-Toplama Kampı deneyimi • Bombalamalara tanıklık, bu tanıklığı tv veya internet üzerinden izleme • Sosyal medyadan karşılaşılan uygunsuz içerik barındıran görsellere tanık olma • Sevilen ya da […]
16Mart
2018
Aile dendiği zaman, anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile kavramı anlaşılmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı ‘Türk Aile Yapısı Özel İhtisas Komisyonu’nun 1987 yılında yaptığı tanıma göre ‘’ Aile; kan bağı, evlilik ve diğer yasal yolardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan, bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir toplumsal birimdir’’. Örf ve adetler, aile üyelerinin aile içinde alacağı rolleri saptarsa da üyelerin alacağı roller toplumlara, çekirdek ve geniş aile tiplerine göre değişiklik gösterebilir. Aile üyelerine yönelik beklentiler ve roller her ortamda farklı olabilir. Genel olarak aile kavramıyla ilgili 4 farklı yaklaşım söz konusudur: Aile üyelerinin birinin fikrine dayanarak, onun duyguları ve fantezileri aracılığıyla aileyi tanıma. Psikiyatride en çok kullanılan tanıma ve tanımlama yolu budur. Aileyi çekirdek ve geniş yönleri ile bir kurum olarak ele alan kültürel yaklaşım. Bu tanımlama daha çok sosyoloji ve sosyal psikoloji alanında kullanılır. Aileyi sosyal bir birim olarak alan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre aile çeşitli parçaların oluşturduğu bir sistemdir. Küçük bir grup olarak ele alınır ve küçük grupların davranışları açısından sosyal psikoloji tarafından incelenir. Aileyi toplum değerleri ile sınırlı bir grup olarak kabul eden yaklaşım. Bu yaklaşıma göre yasalar tarafından […]
16Eylül
2018
Bu hafta Türkiye’de yaklaşık 16 milyon öğrenci okulların tekrardan açılmasıyla okula başladılar. Okula başlayan sadece 16 milyon çocuk değil, bunların yanında onlarla birlikte okula tekrardan başlayan ebeveynler ya da kısacası çocuğa kim bakım veriyorsa okula başlamış oldu. Her halde bu dönem de en çok zorlanan, zorlanacak olan öğrenciler ilk defa kreş, anaokulu veya ilkokul 1. sınıfa başlayacak olan öğrenciler olacaktır. Zorlanmaya bilirler tabi ki, eğer kendisine bakım verenle güvenli bir bağlanma gerçekleştirmişse. Nedir bu güvenli bağlanma; ihtiyaçların dışında zamanın çoğunu o kişiyle (anne veya bebeğin temel ihtiyaçlarını gideren her kimse) geçirme, korku ve benzeri durumlarda o kişiyi arama, çoğu zaman o kişinin yanında rahatlama hissi vb. durumlar gibi birçok şeyin yaşandığı tüm duygu ve davranışlara denir. Bağlanma daha çok oral dönemde gerçekleşen bir durumdur ve bu çocuğun 0-1 yaşlarına tekabül eder. Güvenli bir bağ kuran bebek veya çocuk kendi başına daha fazla zaman geçirir ve kendisine bakım veren kişiyi pek aramaz, bakım veren ortadan kaybolduğunda, bakım verenin tekrardan kendisine döneceğini bilir ve ağlamadan oyununa devam eder. Bunu gerçekleştiremeyen çocuklar, ebeveynlerinin olmayışından dolayı oyunlarına konsantre olmada zorluk yaşar, sosyalleşme ve zihinsel gelişimi geri kalmış olur. Bağlanmanın uzun uzadıya birçok konusu var. Daha önce ben de bir yazımda değinmiştim. Buradan bakabilirsiniz: http://psikologmahmutpakdemir.com/2017/10/baglanmanin-kisisel-gelisim-uzerindeki-etkisi/ […]
27Mayıs
2019
Bu makale benden istendiğinde konu olarak çocukların karne döneminde çocuklara nasıl yaklaşılmalı, çocukların karneden sonraki yaz dönemini nasıl değerlendirmeleri üzerineydi. Bizler genel olarak sonuç ile ilişkileneriz. Buna binaen karne gününe gelmeden önce bir çocuğun nasıl bir evreden geçtiği, kim olduğu, nasıl bir aileye sahip olduğu, bakım verenleri ile kurduğu ilişki biçiminin ne olduğu, bu ilişki biçiminin nasıl geliştiği gibi konuları açmak daha doğru olacaktır. Tüm bunları bir nebze anladıktan sonra da karne ve karneden sonra çocukla ilişkimizi buraya yazabiliriz. Bilindiği gibi Freud yapısal kuramında insanın üç parçadan oluştuğunu ifade etmiştir. İd; insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için en ilkel dürtülerini temsil eder. Süper ego; kişinin ailesinde ve çevresinde gördüğü ahlak oluşumunun ide karşı koyan yapısı olarak tanımlanabilir. Ego ise insanın aslında tam da kendisi diyebileceğimiz, id tarafından dürtülerini uygulanmak isteyen, süper ego tarafından da topluma uydurulmak istenen bir yapı olarak tanımlamak doğru olacaktır. Bu zihinsel yapı hepimizde aktif olarak işlemektedir. Peki, hepimizde olan bu zihinsel yapı aynı şekilde mi gelişmektedir? Bu üçlüyü etkileyen birçok değişkenden bahsedebiliriz. Bu değişkenlerden en önemlisi tabi ki büyüdüğümüz aile veya ailemiz olamadığında bizlere bakım veren kişilerdir. Bebeğin veya çocuğun bakım veren ile kurduğu ilişkiye ya da bakım verene atfettiği şey, güdülerinin doyum sağlamasını istediği nesnedir (anne […]
4Ekim
2019
Öncelikli sizi tanıyarak başlayalım Mahmut Pakdemir kimdir? İlk, orta ve lise eğitimimi Şanlıurfa’nın Ceylanpınar İlçesinde tamamladım. 2007 yılında Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun oldum. 2011 yılında Maltepe Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programını tamamladım. O yıllarda Özel Alman Hastanesinde stajımı tamamladım. Mezun olduktan sonra birçok özel ve devlet kurumunda psikolog olarak mesleğimi icra ettim. Bunun yanı sıra kötü muamele görmüş, yerinden edilmiş, sığınmacı olarak Türkiye’de bulunmak zorunda kalmış kişilerle gönüllü çalışmalar yürüttüm. Aktarım odaklı psikoterapi, oyun terapisi ve EMDR eğitimlerini aldım. Kişilik bozukluğu ve nevrotik durumdaki yetişkin ve ergen hastalarla psikoterapi seansları yürütmekteyim. Kendini hayatta nasıl konumlandırıyor? Zaman geçtikçe bu soruya verebileceğimiz cevap sanırım insan için daha da derinleşiyor. Hayatta konumumu kısaca şöyle anlatabilirim: belirli bir yaştan sonra kendimize yüklediğimiz anlamların bir bir anlamsızlaştığını, her ne olmak istiyorsak ve kendimizi ne zannediyorsak aslında hiç biri olmadığımızın farkına varıyoruz. Son zamanlarda bu cümleyi kendime daha yakın görüyorum. Çünkü kendimize biçtiğimiz normların altında kalabiliyoruz. Bir süre sonra o normu kullanmak yerine bizlere yüklenilen misyonun altında ezilip kalıyoruz. Enkaz olmuyoruz ama bu bize biçilen normlar sürekli sırtımızda oluyor ve gün geçtikçe daha da ağırlaşıp hareket alanlarımızı kısıtlıyor. Her neysek, kendimize ne diyorsak bizi ele geçiriyor ve kullanmaya başlıyor. Bu yüzden hiçbir şey olmamak hayatta kendim olmayı […]
3Kasım
2020
Psikoterapi, gerekli eğitimleri almış bir uzman eşliğinde bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının geliştirilmesi ve korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adıdır. Psikoterapi sizlere yaşadığınız sorunlar ile ilgili farkındalık kazandırmaya, sorunun sizden mi bir başkasından mı kaynaklandığına dair iç görü kazandırıp bu sorunların çözümünü amaçlar. Peki, psikoterapiye ne zaman başvururuz? Kendinizin veya bir başkasının sizlerde bir sorun olduğunun keşfiyle başlar. Bilinmelidir ki bazen kendimizdeki sorunların varlığını iç görüye sahip olmadığımız için fark etmeye biliriz. Bu yüzden iş, arkadaş, aile vb. kişilerin bizlerde gördüğü keşfettiği bir durumdan da terapiye ihtiyacımızın olduğu ortaya çıkabilir. Bu sorunlar ne olabilir. Sanırım birkaç ana kümede belirginleştirebiliriz. Bu kümelerden ilki kendimizde duyduğumuz rahatsızlıktır. Yani bir yerde kendi iç gerçekliğimiz ile dış gerçekliğimiz arasında yaşadığımız hissiyattır. Yanlış giden bir şeyler olduğunu, bazı durumlarda kaygımızın arttığını veya hiç kaygı duymadığımızı fark edebiliriz. İkinci küme ilişkilerimizdir. Bu ilişkiler ikili ilişki(sevgililik), aile ilişkileri, iş ilişkileri ve okul ile olan ilişkilerdir. Bir kişi ilişkilerinde birden çok defa aynı sorunlarla karşılaşıyor ve bu karşılaşmalardan dolayı sorun yaşıyorsa psikoterapi ihtiyacının olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bunların yanında bir sorun olmasa bile yaşanılan fiziksel bir rahatsızlıktan dolayı sonradan gelişen kaygılar ve baş edememe de bir başka başvuru nedeni olabilir. Yukarıda bahsi geçen sorunların aslında kişilerde nasıl […]
6Kasım
2020
Enkaz altından çıkarılan çocukların yüz ifadeleri ve verdikleri tepkiler üzerine sosyal medyada çok yazı yazıldı, çizildi. Bu konu üzerine çok haber yapıldı. Hatta sağlık bakanının bazı twitlerinden dolayı eleştiriye maruz kaldı. Amacım bu tartışmaları ve insanların akıllarında beliren soru işaretlerini gidermektir. Yakın zamanda hala enkaz çalışmaları devam eden bir deprem yaşadık. Ve bu enkaz çalışmaları boyunca birçok çocuk yıkılmış beton yığınlarından çıkarıldı, kurtarıldı. Ancak TV’ler bu çocukların nasıl bu denli sakin oldukları veya metanetlerini koruduklarını ekrana taşıdılar. Çocukların uzun süre enkaz altında kalmış olmalarına rağmen hiç tepki vermedikleri, enkazın içindeyken onlarca koca insanın etrafında çalışmasına rağmen sakinliklerini korudukları, büyük iş makinalarının seslerinden rahatsız olmadıkları görülüyor. Peki, nasıl oluyor da bu çocuklar, bu denli sakin kalabiliyor. Hatta hiç ağlamıyorlar. Çok şiddetli travmatik bir sürecin içinde kişilerin yaşadıklarından dolayı şok olma hali vardır. Bu süreç o kadar sarsıcıdır ki kişi donup kalır. Bu bahsettiğimiz yetişkinler için böyleyken çocuklar için daha sarsıcı olabilir. Çocuklar (ki bahsedilenler 3-4 yaşlarındaydılar) kendilik yapılanmaları süreçleri tam olarak tamamlanmadığından dolayı ve tehlike anında bakım verenin onu koruyacağına dair inancı gereği travmatik süreçle baş etme düzeyleri daha geçirgen ve kırılgandırlar. Bu yaşlarda çocukların bilişsel olarak soyut düşünce yapısı gelişkin olmadığından bu denli bir tehlikenin (günlerce bir başına yanında her […]